22 Mart 2008 Cumartesi

"ANLAT İSTANBUL" ADLI FİLMİN,"KODLAMALAR" ÜZERİNE ANALİZİ


Anlat İstanbul adlı film,5 bölümden oluşmaktadır.Bu bölümlere ve içeriklerine geçmeden önce filme dair birkaç bir şey yazmak istiyorum.

Filmin,ülkemizde,daha önce denenmemiş bir yöntemle çekilmesi,yani 5 ayrı yönetmen tarafından çekilmesi beni çok heyecanlandırmıştı sinemaya gitmeden önce.Sinemada filmi izlediğimde ise,altından kalkılmış ve gerçekten başarılmış bir film olduğunu düşünmüştüm.Aradan üç sene geçti ve filmi ara ara dvdsinden izlerim ve hala aynı tadı alırım.Nedenlerinden birisi(ve bence en önemlisi),film,başarılı bir senaryoya sahip.Bir kesim tarafından film karmaşık bulunsa da,bence izleyici eğer kendini hikayeye kaptırsa,filmi düzgünce izlemeyi ve anlamayı başarıyor.İkinci bir nedense,filmin oyuncu kadrosunun son derece profesyonel ve başarılı oyunculardan oluşuyor olması.Her bölümde,istisnasız herkes,o kadar güzel ve o kadar doğal oynamış ki,ister istemez insan filme hayran kalıyor.Ve müziklerin filme kattığı o sonsuz güzellik de cabası…

Şimdi lafı çok uzatmadan,filmin bölümlerine ve içeriğine bir bakalım ve bölüm bölüm irdeleyelim Anlat İstanbul’u…

1-)Fareli köyün kavalcısı=Günümüz klarnet ustası bir sanatçı=Yönetmen:Ümit Ünal

2-)Pamuk Prenses ve 7 cüceler=Günümüz güzel ve varlıklı bir bayanı,şehirde yaşayan ve kardeşleri(7 erkek kardeşi)tarafından terkedilmiş,bayan bir cüce=Yönetmen:Kudret Sabancı

3-)Cinderella=Günümüz hayat kadınlarından birisi=Yönetmen:Selim Demirdelen

4-)Uyuyan güzel=Günümüz akıl hastası,eski bir köşkün tek varisi olan bir kadın=Yönetmen:Yücel Yolcu

5-)Kırmızı Başlıklı Kız=Günümüz mafya patronu eşinden ayrılmış ve onun gölgesinden kurtulmak isteyen bir kadın=Yönetmen:Ömür Atay


Bu yukarıda yaptığım sıra,filmin hikaye olarak,kronolojik akış sırasıdır.Bu maddelerde,kim,hangi karakterleri kullanarak,hangi eski masalı bizlere anlatmış onları yazdım ve şimdi bu maddeleri sırasıyla açıklayacağım…

1-)Fareli köyün kavalcısı:İlk masalımız fareli köyün kavalcısı.Bu hikayede,fareli köyün kavalcısı karakterini,yönetmen ve senarist Ümit Ünal,klarnetçi bir karakterle özdeşleştiriyor ve hikayesini bu bağlamda oluşturuyor.Dersinizde işlediğimiz,gösteren ile gösterilenin farklılaşması durumundaki,farklı kodlamaların bize yansıması ve kafamızdaki kodların bir anda yıkılmasını,bu ilk hikaye ile başlatıyor yönetmen.Klasik bir batı masalının karakteri,bir anda ülkemiz topraklarında,İstanbul’un göbeğinde klarnet çalan bir adam haline geliveriyor ve bir anda masala dair kodlamalarımız yerini,filmin bize yüklediği kodlamalara,olay örgüsüne bırakıveriyor.Bunun ardından senarist,günümüz şartlarının,günümüz “kolayca yapılan namussuzluklarının” bir panoraması niteliğinde,fareli köyün kavalcısının karısının,kocasını aldattığını göstererek,sert bir inişle,“bu bir İstanbul hikayesidir!” diyiveriyor.Burada izleyiciyi iki yol bekliyor işte;ya masalmışçasına pembe bir pencereden olayı gözlemleyecek,ya da görmekte olduğu hikayeyi özümseyerek,gerçekçi tarafından tutarak filmi izlemesine devam edecek.Ben ikisinin ortasında bir yerden(ama İstanbul’da geçmekte olan bu hikayenin,gerçekçi yanının daha ağır bastığı bir noktadan)filme baktığımda çok tat alıyorum hala.

2-)Pamuk prenses ve 7 cüceler:İkinci masalımız,pamuk prenses ve 7 cüceler.Bu klasik batı masalından hatırlayacağınız üzere,pamuk prenses ormanda yolunu kaybeder ve bir kulübeye girer.Kulübe ufacık masalar,ufacık yataklar görür,başlarda bir anlam veremez ama yorgun olduğu için kulübede uyuyakalır.Madendeki işlerinden geri dönen 7 cüceler,evlerinde gördükleri bu insana önce düşmanlık duyarlar ama sonrasında onu sevmeye başlarlar……..ve sonunda kötü kraliçe kıpkırmızı bir elmayı pamuk prensese verir,pamuk prenses elmayı yer ve zehirlenip uykuya dalar.Sonunda beyaz atlı prenses gelir ve kraliçeyi öperek onu uyandırır.Masalımız da burada biter.Ama filmimizin masalı burada bitmez ve ilk başladığı yerden de başlamaz.

İdil karakteri,babasının öldürüldüğünü duyduğu anda hastaneye koşar ve orada üvey annesi(kötü kadın=kötü kraliçe)ile karşılaşır.Kadına bağırıp çağırmaya,babasını onun öldürdüğünü sürekli yüzüne haykırmaya başlar.Kadın,yani kötü kraliçe,babasını öldürtmüştür ve sıra şimdi ondadır.Bir adam tutar ve İdil’i öldürmesi için ona emir verir.Bu kişi de İdil’in çok sevdiği,babasının sağ kolu Ramazan Abi’dir(avcı karakteri ama insaflı bir avcı değil,hikaye burada deformasyona uğruyor).Ramazan tam İdil’i öldürecektir ki,karşısına,7 erkek kardeşi tarafından dışlanmış,bayan bir cüce çıkar(yedi cüceleri,bir karakterde çok güzel anlatmış.bunu sağlayan da kadın cücenin ufak bir tiradı).Buna engel olur ve hikayemiz burada biter.

Bu hikayede de,pamuk prenses yedi cüceler masalı,göndermeler yapılarak(ki en büyük gönderme,İdil’in üvey annesinin,hastane odasında,acı tebessümlü yüzünü,ayna karşısında seyretmesidir)anlatılmış,bu,belki de en çok bilinen ve özümsenmiş masal,bir anda şehrimize ve yaşantımıza uyarlanmıştır.Kodlamalarımız,bayan cücenin çıkması ile bir kez daha yıkılmıştır.

3-)Cinderella:İşte üçüncü masalımız.Bu klasikte de,“iyiliğin ve dürüstlüğün her zaman kazanacağı” masum ve güzeller güzeli bir kız üzerinden anlatılırken,filmde bir anda Cinderella yerine,orospuluk yapan,transseksüel bir karakter çıkıveriyor.İlk darbeyi,kafamızdaki,“masum,iyilik yapmak için yeri geldi mi aç kalan,namusuyla yaşayan,fakir ama gururlu kız” tabusunun yıkılması ile alıyoruz.Ayakkabıcı dükkanında çalışan genç bir çocuğa aşık olan Banu(Cinderella),ayakkabıcı çocuk Fiko(balo tertipleyen varlıklı pens),Banu’nun pezevengi Mazlum(kötü ikiz kızların kötü annesi) ve onun çalıştırdığı iki orospu(kötü ikizler) ile masala giriveriyoruz.İlk başlarda boşa koysak dolmuyor,doluya koysak almıyor,nasıl olur diyoruz,bocalıyoruz ama hikaye öylesine güzel işliyor,olay öylesine güzel akıyor ki,kendimizi kaptırıveriyoruz.Hatta saat tam 12’yi vururken,Haydarpaşa tren istasyonundan koşarak kaçmakta olan Banu karakterinin,ayakkabısının topuğu kırılmıyor mu,işte o an bu deformasyondan en zevk aldığımız anı izliyor oluyoruz.

Diğer masallara baktığımız zaman,gönderme yapılan “iyi” masal karakterlerinin yerine de,bizlerden “iyi kalmayı becermiş” karakterler koyan senaristimiz,bu masalda,transseksüel bir karakteri karşımıza çıkartıveriyor(diyeceksiniz ki,kendi isteği ile olmamış ya,kandırmışlar.Ama o an hikayenin içinde en kötü durumda ve ortamda kalan,kendisini satıp para kazanan karakter o).Burada da senaristin usta kalemi,bu olayı sağlam karakterlerle bezeyip karşımıza sunuyor ve bu acı “İstanbul gerçeği” ile bizi karşı karşıya bırakıyor.Gösterilen ile gösteren arasındaki ilişki,deforme olmakla,uyarlanmakla kalmıyor,paramparça oluveriyor.

4-)Uyuyan güzel:Dördüncü masalımız da bu;Uyuyan güzel.Ne güzeldir değil mi,uyuyan güzel(adı üstünde uyuyan “güzel”)Bir kral olan babası,şarktan garba kadar,her ilden,her köyden bir hekim getirmiştir ama uyuyan güzel bir türlü uyanmamıştır.Ta ki,gerçek sevgiyi buluncaya kadar.Buraya kadar çok güzel,klasik bir batı masalı ile yine karşı karşıyayız.Ama senaristimiz yine yapacağını yapıyor ve uyuyan güzelimizi,akli dengesi yerinde olmayan,babasından kalma bir konakta,eski dekorlar içinde sürekli uyuyan ve gerçek aşkını(eski bir İstanbul beyefendisini) bekleyen bir kadın olarak sunuyor bizlere.Yine allak bullak oluyoruz.Üstüne bir de bu deli kadının(Saliha’nın),konak satılsın diye sürekli üzerine geldiği abisi eklenince masal bambaşka bir hal alıveriyor.

Masalın geçtiği büyülü atmosfer,özellikle,bir saray havasından çok da uzak kalınmasın diye,eski bir konak olarak seçiliyor ve karakterler,yukarıda belirttiğim gibi bu minvalde yazılıyor.Masalın en ilginç yanı ise,gerçek sevgiye sahip prensi,bir Kürt gencinin oynuyor olması.İşte o anda,gösterilenin göstereni bizden biri oluyor ve masalın bir,İstanbul masalı olduğuna inanıyoruz.

5-)Kırmızı başlıklı kız:İşte son masalımız.“Senin gözlerin neden bu kadar büyük anneanne?Seni daha iyi görebilmek için yavrum…Peki ya ellerin,ellerin neden bu kadar büyük?Seni daha iyi sevebilmek için yavrum.” repliklerinin yerini “Gözlerin ne kadar büyük Mahir abi…Mahir:Görünmeyen şeyleri görmek için…Kulaklarında kocaman…Mahir:Saçmalamayı kes ve beni dinle,herkes beni kötü kurt olarak görür ama aslında yufka gibi bir kalbim vardır” replikleri alıverir.

Bu son hikaye,bütün bu hikayelere nazaran daha naif bir şekilde ilerler ve baş karakterin giydiği kırmızı başlıklı tişört ile,direkt olarak,masalımıza çok radikal bir gönderme yapılır.Böylece izleyici,diğer hikayeler ve karşılığı olan masalları eşleştirirkenki çabayı,bu hikayede çok fazla göstermez.Çünkü göstergeler son derece açık bir haldedir ve hikaye aynı yalınlıkla akıp gider,sonuç olarak da finali hazırlar.

Final:Finalde,klarnetçimiz(fareli köyün kavalcısı),bayan cüceyi ve kurtardığı kızı(pamuk prenses ve yedi cüceleri),fahişelik yapan kadını ve onun kurtarıcısını(Cinderella ve ona sihirli değnekle dokunan iyi periyi) peşine takar ve Galata Köprüsü’nün üzerinde yürümeye başlarlar.Yürürler…yürürler…yürürler ve bir çocuğun elindeki masal kitabının kahramanları olarak varlıklarını sürdürmeye devam ederler.Tıpkı diğer masalların varlıklarını sürdürdüğü gibi…

Son olarak;filmin kamera arkasında,Ümit Ünal şöyle diyor;“Doğu doğudur,batı batıdır,ikisi asla bir araya gelemez” diye Kipling’in bir sözü var,ben buna katılmıyorum.Halbuki her yerde yaşanan,aynı duygular…”.Ve bu cümle ona,senaryoyu yazarken mihmandarlık ediyor.Bu batı hikayelerinin gösterilenleri ile gösterenleri arasındaki uyum ve bu kodlamalar aklımıza o kadar kazınmış ki,filmi izlerken bazı zamanlarda bir anlığına o masala gidiveriyoruz(bilinçli olarak senaristin yazdığı kelimeler,çektiği planlar bunu sağlıyor).Ama ardından gelişen bir olayla,hemen gerisin geriye hikayeye dönüveriyoruz.Film masalla,günümüz “İstanbul hikayeleri”ni çok iyi özdeşleştiriyor ve film,isminden de anlaşılacağı üzere,bize bir sürü masallar anlatıyor…